USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%
Abdulkadir Karagöz

YAZARLAR

1.10.2019 14:12:00

Değişim dalgası

Kara düzen hesaplama yöntemleriyle üretim faaliyetlerimize devam ettiğimiz sürece maalesef köklü çözümler geliştiremez ve sürdürülebilir bir model ortaya koyamayız. Bu sebeple eğitim, planlama, altyapı, sağlık, çevre, denetim, bürokrasi, birlikler, finans, satış ve pazarlama süreçlerinde yapısal dönüşümlere odaklanmalıyız

Dünya son 100 yılda çok büyük değişimlere uğradı; alışkanlıklar, sistemler, tüketimler, ekonomik modeller ve sınırlar dahi değişti. Modern ve çağdaş ulus olma ülküsü ile temelleri atılan Türkiye Cumhuriyeti de tam da bu dönüşümlerin ortasında kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu döneminde uygulanan birçok sistem, alışkanlık, iktisadi, hukuki, idari düzen modern Cumhuriyet ile değişime uğradı. Milli mücadele yıllarında kaybettiğimiz yüz binlerce şehidimiz sadece bu toprakların şerefli, mücahit, vatanperver insanları değil, aynı zamanda bizim iş gücümüz, entelektüel sermayemiz, yaşayan hafızalarımızdı. Zorluklar ve çetin mücadelelerin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti cihan hakimiyeti iddiası taşıyan Osmanlı yerine  ‘modern ve çağdaş ulus devleti’ hedefini taşıyordu.

İTHALAT POLİTİKASI, TARIM ALANINDA BİRÇOK FARKLILIĞI BERABERİNDE GETİRDİ

Bu yeni ülkü beraberinde çeşitli inkılapları getirdi. Zamanın modern Batılı toplumları ve o toplumların pratikleri Türkiye Cumhuriyeti’ne rehber oldu. Hukuk ve eğitim sistemi, alfabe, iskân politikası, yönetim modeli, iktisadi modellerden tutun da kıyafete kadar birçok alanda Batılı pratikler Cumhuriyetimizin reformları ile değişime uğradı. Yıllarca süren savaşlarda kaybettiğimiz insan kaynağımız ile birlikte yitirdiğimiz entelektüel birikimimiz, toplumsal hafızamız belki de ‘Türkiye’ye özgü ve özgün modern-çağdaş sistemler’ inşa edemememize neden oluyordu. Nitekim o günün şartlarında Batılı modern toplumların modelleri ithal edilip, Türkiye Cumhuriyeti’nin kodları oluşturuldu. Bize özgü ve özgün bir toplumsal sözleşme, hukuki, iktisadi ve sosyolojik modeller oluşturmaya belki de zaman ve zemin yoktu. Yokluklar ve zorluklar içerisinde başlayan ithalat politikamız, tarım alanında da birçok farklılığı beraberinde getirdi. Tarımın birincil öznesi olan toprak; reformlar, miras hukuku, yeni bir yönetim şekliyle kökten değişti.

TÜRK TARIMI, VERİM ARTIRICI PRATİKLERLE ATILIM YAPTI

Miri arazi, tımar sistemi gibi sistemler yerini modern miras hukukuna ve özel mülkiyet kanunlarına bıraktı. Arazilerin bölünmeye başlaması ve özel mülkiyete geçen toprakların özgürce kullanılmasıyla öncelikle topraktan başlayan farklılaşma tecrübe edildi. Bu yeni tecrübe üreten, know-how sahibi emekçinin değil, finansal kuvveti olan aktörlerin daha ön plana çıkmasına sebep oldu. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurucu irade, tarımın ve köylünün önemine ısrarla vurgu yapsa da yaşanan yapısal dönüşümler ciddi travmalara neden oldu. Türk tarımı; modern mekanizasyon, enstitüler gibi verim artırıcı pratiklerle bir atılım yaparken dönüşümün bir asra yaklaşan sancıları ile de yüzleşmeye başlamıştı.

SON 15 YILDA TARIMDA  YENİ BİR SAYFA AÇILDI

Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında çağdaş toplum; ‘şehirli, seküler, tüketen, sanayide çalışan’ toplum olarak algılanmaya başladı. Köyden kente göç teşvik edildi, kontrolsüz ve plansız iskan politikaları ile köyler boşalmaya, tarım nüfusu azalmaya, tarım alanları boş kalmaya, köyler bakımsızlığa mahkum kalmaya itildi. Bunun neticesinde şehirlerde çarpık kentleşme, köylerde ise yatırımsızlık ve geri kalmışlık baş gösterdi. En temel yatırımlardan mahkum kalan köy nüfusu gittikçe tarımdan uzaklaşmaya, tarımdaki kaliteli insan kaynağı ise erimeye başladı. Köylerde kalanlar ‘cahil ve yardıma muhtaç kesim’ algısına maruz bırakıldı. Sosyolojik olarak köylü kentli sınıf farklılıkları oluşturuldu ve devlet uzunca bir süre tarımsal faaliyetlere sosyal yardımlaşma perspektifinden yaklaştı. Son 15 yılda ise Türkiye tarımda yeni bir sayfa açtı. Köylere elektrik, su, yol gibi hizmetler götürüldü; çiftçiye uluslararası rekabette üstünlük kazandıracak çok ciddi teşvikler verildi. Eğitimde harçlar kaldırıldı, modern okullar, yurtlar, üniversiteler ile birlikte fırsat adaleti önemli ölçüde sağlandı. Bir çobanın ülkenin en iyi okullarında eğitim almasının önü açıldı. Bunlarla birlikte hem bireysel başarı hikayeleri hem de tarımda Avrupa ve dünya rekorları geldi. Avrupa’nın en büyük tarımsal hâsılasına sahip olduk.

ÜRETİCİLER SAYESİNDE TÜRKİYE, TARIMSAL ÜRETİMDE GLOBAL BİR AKTÖR HALİNE GELDİ

Yaşanan 100 yıllık planlama ve uygulama hatalarına, hâlihazırda devam eden istikrarsız tarım stratejilerine rağmen Türkiye bugün tarımsal üretimde eli öpülesi fedakâr üreticilerimiz sayesinde dünyada önemli bir aktör haline geldi. Ancak üreticilerimiz fedakârlık limitlerini zorlar durumda. Günümüzde yaşanan ‘teknolojik atılımlar, iklim değişiklikleri, genetik fırsat ve tehditler, artan nüfus, azalan toprak ve su kalitesi, savaşlar, gıda arz güvenliği, bio-güvenlik, sürdürülebilirlik, e-ticaret ve göçler’ bizi tarımda yeni bir değişim dalgası ile karşı karşıya bırakıyor. Bu değişim dalgası politika yapıcılar başta olmak üzere üreticiler, tüketiciler yani hepimize bazı sorumluluklar yüklüyor. ‘Arz-talep dengesinin sağlanamaması, iş gücünün hızla azalması, verimlilik ve tedarik zincirindeki sorunlar, yerlileşmeye duyulan ihtiyaç, tarımsal desteklerin verimliliğe katkısının sınırlı olması ve ithalata bağımlılığın giderek artması’ ise başa çıkmamız gereken temel sorun alanları. Bunların yanı sıra enerji maliyetlerinin yüksekliği, yoğun ve pahalı kimyasal ilaç-gübre kullanımı, fiyat istikrarsızlığı da yönetilmesi gereken diğer problemli alanlar.

ONLINE YÖNETİM VE PLANLAMA YAZILIMLARI GELİŞTİRİLMELİ

Hasadı yapılan ürünün hasat öncesi ve hasat sonrası tüm süreçlerini planlamalı, denetlemeli ve hakkaniyetli bir değer zinciri oluşturmamız gerekiyor. Biyoenerji alanında ciddi yatırımlar yapmamız, jeotermal seraları öncelememiz, gübre-tarımsal atık-orman atıklarından elektrik ve yakıt üretmemiz şart. Kara düzen hesaplama yöntemleriyle üretim faaliyetlerimize devam ettiğimiz sürece maalesef köklü çözümler geliştiremez ve sürdürülebilir bir model ortaya koyamayız. Bu sebeple eğitim, planlama, altyapı, sağlık, çevre, denetim, bürokrasi, birlikler, finans, satış ve pazarlama süreçlerinde yapısal dönüşümlere odaklanmalıyız. Üreticilerimiz için eğitim faaliyetleri, teknolojik altyapı ve analiz sistemlerini kapsayan online yönetim ve planlama yazılımları geliştirmeliyiz. Yapay zeka teknolojilerinin geldiği aşamayla tarımsal üretim süreçlerimizde ortaya çıkan büyük veriyi analiz ederek ürün verimliliğini artıracak adımları kolaylıkla atabiliriz.  

TÜM TARAFLAR, ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI

Tarım ve hayvancılık alanında bölgesel ihtisas alanları belirlememiz gerekiyor. Üreticilerin ihtisas bölgelerine uygun adımlar atmasını sağlamalıyız. Bu adımla birlikte teşvik programlarını da bir dönüşüm sürecinden geçirerek son ürünü destekleyecek ve girdi maliyetlerini düşürecek şekilde yeniden yapılandırmalıyız. Üründe kaliteyi artıracak, bölgesel ve küresel markalar oluşturarak ulusal ve uluslararası pazarlarda rekabetçi üstünlük sağlamalıyız. Dünyanın her bir noktasına hitap edecek sosyolojide ürünler geliştirmeliyiz. Tarımsal ürün ihracatında hammadde ve yarı mamul seviyesinden çıkıp, tam mamul ürünlerin oranını önemli ölçüde artırmalıyız. Üreticiler ve tüketiciler olarak atacağımız adımlarda ön açacak olan devlet politikaları olacaktır şüphesiz, ancak bu politikaların başarıya ulaşmasının yegane unsuru tüm tarafların elini taşın altına koyarak çalışmaya başlamasıyla olacaktır. Bu birlikteliği sağlayacak mekanizmalar kurduğumuz ve işletmeye başladığımız zaman hasat vakti geldiğinde karşılaşacağımız manzara; daha kaliteli, verimli, sürdürülebilir ürünler olacaktır. Tüketiciyle üreticinin birlikte kazandığı bir ekosistem oluşacaktır. Bunu başarabilirsek hem üreticinin para kazandığı, müreffeh yaşadığı, hem de tüketicinin uygun fiyata, sağlıklı ürünler tükettiği, ihracatta rekorların kırıldığı bir tarım sektörü oluşturabiliriz.

DİĞER YAZILARI