USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%
Acar  Baltaş

YAZARLAR

3.06.2017 16:06:00

Türkiye'de futbol neden ilerle(ye)mez?

Bir süre önce yapılan futbol zirvesinde UEFA’nın Finansal Fair Play Direktörü Andrea Traverso bir sunum yaptı. Türk futbolunun röntgeni niteliğini taşıyan bu sunumu 50 kişiden az kişi izledi. Bu sunumda Türkiye’de takımların transfer ve maaş harcamalarının yüzde 90’lara yaklaştığı, oyunculara değerlerinin üzerinde ödeme yapıldığı, Avrupa’nın en yaşlı ligi olduğu, altyapıya yatırım yapılmadığı kıyaslamalı verilerle ortaya kondu

Prof. Dr. Acar Baltaş / [email protected] / twitter: @acarbaltas

 

Futbol Türkiye’de geçmişte erkeklerle sınırlı, günümüzde kadınları da içine alan, yaş ve toplumsal katman farkı olmaksızın, geniş kitlelerin ilgisini çeken, hem ekonominin hem psikolojinin hem de birçokları için hayatın merkezinde olan bir konu... Bu nedenle maçlardan önce ve sonra saatler süren televizyon programları yapılır, basılı medya futbol ile ilgili haberlere geniş yer verir, sosyal medyada haberler sıklıkla TT mertebesine ulaşır. Böylesine geniş bir ilgi odağı olduğu için de çeşitli fonlardan sağlanan büyük bir maddi kaynak da bu alana aktarılır. Ancak bütün bu ilgi ve sağlanan imkanlara rağmen milli takımlar düzeyinde alınan sonuçlar ve ülkenin futbol kültürü bu ilginin çok gerisinde... Bu yazı beklenen sonuçların neden uzağında olduğumuz ve daha uzun yıllar da hedefe yaklaşmak yerine giderek neden daha gerilerde kalacağımızı açıklamayı amaçlıyor. Bir süre önce yapılan futbol zirvesinde UEFA’nın Finansal Fair Play Direktörü Andrea Traverso bir sunum yaptı. Türk futbolunun röntgeni niteliğini taşıyan bu sunumu 50 kişiden az kişi izledi. Bu sunumda Türkiye’de takımların transfer ve maaş harcamalarının yüzde 90’lara yaklaştığı, oyunculara değerlerinin üzerinde ödeme yapıldığı, Avrupa’nın en yaşlı ligi olduğu, altyapıya yatırım yapılmadığı kıyaslamalı verilerle ortaya kondu.

 

Antrenörler/Hocalar: Türk futbolunun öncelikli ve en önemli sorunu antrenörlerdir. Bu konudaki değerlendirmem, eğitim kurslarında ders veren kişi olarak birinci elden gözlemlere dayanıyor. Türkiye’de profesyonel liglerde takım yönetme yetkisi veren ‘prolisans belgesine’ sahip antrenörlerin hatırı sayılır bir bölümü ancak ‘okuryazar’ düzeyindedir. En üst düzeydeki takımlardan birinin yardımcı hocasının, kendi yazısını okuyamadığının tanığıyım. Yakın zamana kadar bu kurslar büyük çoğunlukla yasak savma kabilinden yapılırdı. Futbol ile ilgileri bir zamanlar ‘top oynamış’ olmaktan öteye gitmeyen bu kişilerin, gençlerin potansiyellerini ortaya çıkartmaları düşünülemez. Herhangi bir düzeyde takım çalıştırma belgesine sahip hocalar, Anadolu’da bulundukları bölgenin belediye başkanları veya belediye ile iş yapan müteahhitler aracılığı ile takımın başına getirilir ve alınan başarısız sonuçların ardından, bir başkası aynı ilişki zincirini kullanarak döngüyü sürdürür. Türkiye’de yabancı dildeki literatürü izleyecek eğitim ve dil düzeyindeki hocaların sayısı iki elin parmağını zor bulur. Bu konuda alternatif oluşturacak beden eğitimi yüksekokulu veya spor akademisi mezunu gençler, futbolculuk geçmişi olmadıkları gerekçesiyle, bu ilişki yumağı içinde kendilerine yer bulamazlar.

 

Futbolcular: Futbolu meslek olarak seçme başarısına ulaşan Türk gençleri, ‘şöhretli olur ve para kazanırlarsa’ hiçbir sorunları kalmayacağına inanır. Esas mücadelenin bu aşamadan sonra başlayacağını bilmezler. Şöhreti yönetmenin, baskı altında performans gösterecek direnci kazanmanın, rakibe saygı göstermenin, duyguları denetlemenin ve futbolun bütün paydaşlarıyla sağlıklı ilişki kurmanın yollarının öğrenileceği yer alt-yapıdır. Bugün durum değişmekte olsa da, Barselona’nın geçmiş yıllardaki başarısının temelinde, takımda oynayan en az sekiz oyuncunun altyapıdan yetişmiş olması vardır. La Mesia adı verilen alt yapı merkezindeki eğitim sürecinde günde sadece 90 dakika taktik ve teknik geliştirici çalışmalar yapılır, bunun dışındaki süre kişilik ve karakter gelişimine ayrılır. Çünkü iyi futbolcu olmak, yetenek, teknik ve atletik nitelikler kadar, zihinsel ve duygusal becerilerin de gelişmiş olmasına bağlıdır.

 

Yöneticiler: Futbolu yönetenlerin büyük çoğunluğu yöneticilik pozisyonunu, kendi kişisel çıkarları için araç yapmak veya bilinirliklerini artırmak için kullanırlar. Bu kişiler kendi işleri için yapmayacakları harcamaları yapar, paraları keyfi bir şekilde harcarlar. İşler içinden çıkılmaz hale gelip başarısızlık hakemleri, federasyonu veya birilerini suçlayarak örtülemez duruma gelince de bırakıp giderler. Yabancı oyuncularla yapılan anlaşmaları okuyup anlayacak ve kulüp çıkarlarını koruyacak yönetici yok denecek kadar az olduğu için, kulüpler sürekli olarak bunlara tazminat öder veya oyuncuların haksız ve yersiz taleplerine boyun eğerler. Ayrıca bu durum daha sonra takım içindeki diğer oyuncularla dengenin bozulmasına neden olur.

 

Federasyon: Futbola yön vermesi, altyapıları desteklemesi, futbolun ülkenin bütününde bilimsel yöntemlerle gelişmesinin sağlanmasından sorumlu olan bu en yüksek organ, varlığını, bir ölçüde birinci ligdeki hakemlerin performansına, esas olarak da A Milli Futbol Takımı'nın başarısına bağlamıştır. Oysa A Milli Takımı’nın başarısı yukarıda çok kısaca değindiğimiz başlıklarda yapılacak düzenlemelerin sonucudur. Federasyona seçilenler, Türk futbolunun değil, kendilerinin seçilmesini sağlayan kulüplerin çıkarlarını korumayı misyon edinirler. Federasyonun altyapı ve tesislerin gelişmesi için kulüplere aktardığı kaynaklar, yöneticilerin yanlış transfer harcamalarında kullanılır ve buna göz yumulur.

 

Yabancı oyuncu sayısının fazlalığı: Serbest rekabeti destekleyecek gibi gözükse ve niyet iyi olsa da, bunun doğru sonuç vermeyen bir uygulama olduğu görülmüştür. Bu konuda “Arsenal’da 16 yabancı var…” benzeri örnekler geçerli değildir. Çünkü İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa’da soyunma odalarında o ülkenin dili konuşulur, antrenörler de en geç üç ay içinde yerel dili öğrenir ve konuşur. Futbol bir takım oyunudur, bir topluluğu takım yapan ilk öge de ortak dildir. Türkiye’de soyunma odalarında hoca konuşurken, aynı anda dört tercümanın tercüme yaptığına ve rahatsız edici kargaşa ortamı yaşandığını böyle ortamlarda bulunanlar bilir.

 

Yabancı hocalar: Türkiye futbol kamuoyu, başarısını en üst düzeyde kanıtlamış dünyanın üst düzey lig ve takımlarında kulüp ve milli takım çalıştıracak hocaları gördüğü gibi son derece sıradan hocaların da performansına tanık olmuştur. Bu hocalar son derece sağlam anlaşmalar yaparak gelir, gelirken beraberlerinde getirdikleri yardımcılarına kendi ülkelerinde hayal edemeyecekleri imkanları da güvenceye bağlarlar. İşleri iyi gitmeyip yollar ayrılma noktasına gelince, ortaya çıkan fatura herkesi şaşkına çevirir. Türkiye’ye gelen hocaların en önemli sorunu kültürel farklılıkları algılayacak entelektüel birikimden ve farkındalıktan yoksun olmalarıdır. Bunun sonucunda oluşan zihniyet şu tür ifadelerle medyada yer bulur: “Bunlar (futbolcular) yetişkin ve profesyonel. Nasıl yaşayacaklarını ve ne yapmaları gerektiğini bilirler”. “Ben kendimi sevdirmek için burada değilim, beni sevmeleri gerekmez, saygı duysunlar yeter…”. Kültürel farklılıklar konusunda bilgilenmesi söylendiğinde, “Ben uluslararası kariyere sahip bir hocayım, işimi nasıl yapacağımı biliyorum...” Türk kültürü sosyal normlarla hareket eden ve davranış ve kararlarına duyguların egemen olduğunu anlayacak kadar Türkiye’ye gönül verecek Jupp Derval, Gordon Milne gibi hocalar bulmak günümüz koşularında kolay değil...

 

Medya: Gerek yazılı gerekse görsel medyada, futbolun özüne dönük, dünya futbolunu bilen ve anlayarak yorum yapan, yanlılıktan uzak medya mensubu sayısı bir elin parmağını zor geçer.

 

Sonuç

Başarıya giden kestirme bir yol veya hedefi mutlaka vuracak ‘sihirli bir kurşun’ yoktur. Her sorunun hızlı, kolay ve ucuz bir çözümü vardır. Bu çözüm sonraki daha büyük bir sorunun kaynağını oluşturur. Türkiye’de de sorunlar bütünüyle bu anlayışla çözülmeye çalışılır. Başarının yolu bilimsel yöntemleri kullanmak ve devamlılıktan geçer. Bugün aramızdaki farkın açıldığı ülkelerin birçoğunda futbol için yazılmış bilgisayar programları kullanılıyor. Bu programlar sayesinde bir hocanın kendi oyuncularını, rakiplerinin oyun planlarını ve transfer listelerindeki futbolcuların özelliklerini analiz etmesi mümkün. Türkiye’deki antrenörlerin önemli bir bölümü bilgisayardan korktukları için bu programları kullanmaları söz konusu değil. Bu alanda kendilerine yardımcı olacak kişilerden de rahatsızlık duyar, onları etkisizleştirirler. Üst düzeyde kulüplerde görev yapan, mail adresi olmayan hocalar vardır. Bu programları kullanarak hazırlanan ülkelere yetişmek hayal ötesidir. Çözümler ise başka bir yazının konusu...

 

Bugün aramızdaki farkın açıldığı ülkelerin birçoğunda futbol için yazılmış bilgisayar programları kullanılıyor. Bu programlar sayesinde bir hocanın kendi oyuncularını, rakiplerinin oyun planlarını ve transfer listelerindeki futbolcuların özelliklerini kusursuz şekilde analiz etmesi mümkündür. Ancak Türkiye’deki antrenörlerin önemli bir bölümü bilgisayardan korktukları için bu programları kullanmaları söz konusu değil...

 

Son söz: İnsanın başını derde sokan bilmedikleri değil, bildiğini sanıp ancak yanıldıklarıdır.

DİĞER YAZILARI