USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%
Prof. Dr. Kerem Alkin

YAZARLAR

2.06.2020 12:31:00

Özelleştirmeler yerini kamulaştırmalara mı bırakacak?

Küresel virüs salgını; toplumsal ve ekonomik hayat üzerindeki etkileri ve salgının kontrol altına alınmasından sonra kısa, orta ve uzun vadede sebep olacağı yıkıcı dönüşüme yönelik tartışmalarla gündemin ilk sırasında yer almayı sürdürüyor.

Ekonomi alanında bu dönemin en çarpıcı iddia veya öngörülerinden biri; dünyanın birçok ülkesinde özelleştirmelerin sonlanması; kapsayıcı milli ekonomi kavramının önceliklendirilmesi noktasında, gerekirse kamulaştırmanın hız kazanacağı bir döneme girileceği…

ÜLKELERİN YAKLAŞIMI DEĞİŞİYOR

Küresel virüs salgınının devletlerin suratına bir tokat gibi inen şok edici sonuçları, geçmişte finansal ve ticari zorluklara giren şirketlerin uluslararası sermaye tarafından kolayca satın alabilmelerine pek de ses çıkarmayan ülke ve hükümetleri bu defa aynı konuya soğuk bakmaya itecek. Çünkü sadece savunmanın değil; artık ülkelerin sağlık, siber altyapı ve bilişim sistemi, enerji altyapısı ve dağıtım sistemi, finans sistemi, her türlü mal ve hizmetin tedarik sistemi gibi alanların da hayati öneme sahip olduğu net bir şekilde görüldü. Eğer, Çin göreceli olarak bu küresel virüs salgınını ekonomik olarak en çabuk atlatan ekonomi olacak ise, Avrupa ve ABD’nin Koronavirüs salgınının yeni küresel merkezi olmaları nedeniyle yaşayacakları tahribat, Atlantik’in iki yakasındaki pek çok şirketle, kritik sektörlerdeki kuruluşları finansal açıdan tahrip edecek ve satın alınması noktasında kelepir hale getirecek.

MİLLİ SERMAYELER ÖNE ÇIKTI

Bu tablo, öncelikle ABD’yi, bilhassa Trump yönetimini, ABD şirketlerini yine ABD menşesini korumak adına kamulaştırmaya yönlendirecektir. Hiç şüphesiz ki, birçok Avrupa ülkesi de bu tutumu takip edecektir. Çünkü Koronavirüs krizi, ülkelerin kritik önemdeki sektörleri ayakta tutan şirketlerin milli sermayeli olmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha tescil etti. Bu noktadan hareketle, bilhassa ülke ekonomisinde lisanslı yapılan üretim ve hizmetlerin; birkaç örnek vermek açısından finans, enerji, ulaştırma, haberleşme ve siber altyapı, tarım (lisanslı depoculuk) gibi kritik önemde ve lisansa bağlı sektörlerin milli sermayeli yatırımcıların kontrolünde olması eskisinden katbekat daha önem kazanacak.

KENDİ KENDİNE YETEBİLMEK… 

Koronavirüs küresel salgını, ülkelerin milli ve yerli sermayeye dayalı üretimle, kendi kendine yetebilen ekonomi olmalarının gerekliliği noktasında önemli bir uyanışı beraberinde getirdi. Japonya kendi şirketlerinin, Çin’deki yatırımlarını Çin’den çıkarmaları için 2.2 milyar dolarlık bir destek paketi oluştururken, ABD Ulusal Ekonomik Konseyi Direktörü Larry Kudlow, Amerikan şirketlerinin en aciliyetle fabrikalarını, tesislerini, fikri ve mülki haklarına dayalı varlıklarını Çin’den geri çekmeleri için yüzde 100 desteğe hazır olduklarını açıkladı. Hindistan ise, Çin’e ilaç ve tıbbi malzeme alanında bağımlılığını azaltmak amacıyla, sağlık endüstrisi ürünlerinde yerlileşme adına yeni bir üretim teşvik stratejisini hayata geçirmiş durumda. Avrupa’nın önde gelen ekonomilerinin de Çin’e bağımlılık azaltma noktasında ayrı çalışmalar yürüttüğü görülüyor. Dünya ekonomisinin mutlak üstünlük ve karşılaştırmalı üstünlük tartışmalarını yeniden şekillendireceği yeni bir döneme yürüyoruz. En önemli ihracat pazarımız AB’nin küresel virüs salgınıyla mücadelede göstereceği başarı ve ihracat pazarımızın yaz başı toparlanmaya başlaması, muhakkak ki Türkiye’nin ihracat performansına olumlu yönde yansıyacak. Bu noktada, Türkiye’nin ortaya koyacağı virüsle mücadele başarısı, dolar/TL kurunu normalleşme döneminin başında 6.7-6.5 TL düzeyine, bu düzeyin kırılması halinde ise 6.5-6.3 TL bandına getirebilir. Ancak sonrasında, dolar/TL kuru muhakkak ki tekrar 6.5-6.7 bandına dönecektir. Yıl biterken ise 6.8 TL bandına yaklaşabiliriz. Bu da Türkiye’ye küresel rekabette avantaj sağlayacak.

TÜRKİYE GÜÇLÜ BİR SINAV VERİYOR

Türkiye’nin geride bıraktığımız birinci çeyrek verileriyle, 2020’ye hızlı bir giriş yaptığı görülüyor. Mart ayının ortasından itibaren alınan tedbirler ışığında, sanayi üretiminde bir önceki yıla göre artış yüzde 3 düzeyinde kalsa dahi, sanayi üretiminin ilk iki aydaki ortalama yüzde 7,6’nın üzerindeki performansı, 2020 yılının ilk çeyreğinde GSYH büyüme hızımızın minimum yüzde 6 olacağına işaret ediyor. 2020’nin ilk çeyreğine güçlü bir şekilde başlayıp, üçüncü çeyrekte yeniden pozitif büyümeye dönüp, dört çeyrekte de güçlü bir büyüme ile IMF ve Dünya Bankası’nın öngörülerini bir kez daha 2019’da olduğu gibi boşa çıkaracağız. Koronavirüs küresel salgını öncesindeki ‘Aman, bana neci’ tüm ülkeler, şu anda tarihlerinin en zor, en meşakkatli dönemini yaşıyorlar. Türkiye olarak terör, deprem ve benzeri doğal afet, hain darbe girişimleri paralelinde son 45 yıldır o kadar çok kriz yaşadık ki, dolayısıyla bu ölçüde küreselleşmiş bir virüs salgınına belki de en hazırlıklı ülkelerden biri olduğumuzu kanıtladık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Nisan 2019 tarihli ‘Küresel Virüs Salgınlarına Karşı Ulusal ve İller Bazında Hazırlık, Teyakkuz ve Hareket Eylem Planı’ genelgesini ise asla atlamayalım.

‘KİMSEYE GÜVENİLMEYECEĞİ’ ÖĞRENİLDİ

Hedef açık ve net. Türkiye olarak verdiğimiz amansız mücadele ile Koronavirüs salgınını ulusal çapta nisan ayı sonuna kadar kontrol altına almış olduk. Bu noktada ülkelerin tümü, hele Avrupa Birliği, birlik olmanın tüm temel kurallarının çiğnendiği bir noktada, ulusal sağlığı ilgilendiren küresel çapta bir krizde, bundan sonra kimseye güvenilmeyeceği noktasında kanaatlerini netleştirdi. Bu nedenle, bu krizin ana ve artçı şokları atlatıldıktan sonra, ülkeler bu tür gelecekte olası krizlere karşı, kriz yönetiminin finansmanı adına özel fon oluşturmak yönünde adımlar atacaklar. Bu ülkeler ayrıca ulusal ve yerel düzeyde kriz yönetimi ekipleri oluştururken; sağlık, savunma, bilişim, enerji gibi çok kritik alanlarda bir daha asla bir başka ülkeye bağımlı olmamayı sağlayacak adımları atmaya da önem verecekler. Bu bağlamda Türkiye de, önce her türlü tıbbi malzeme, ilaç, ameliyat malzemesi, koruyucu malzemeler, yüksek teknoloji gerektiren tıp tanı cihazları, tıp tarama cihazları, solunum cihazları, ameliyathane cihazları, yoğun bakım üniteleri; kısacası bu alanın bütününde kendi kendine yeten ve kendi teknolojisini üreten bir ülke olma yolunda kapsamlı bir ‘Milli Üretim Seferberliği’ hamlesi başlatmak zorundadır.